Filyos'da Yaz Günleri

Geçen yazımda, "Sonunda kış bitti, yaz geldi. Kumsal ışıldadı. Deniz ısındı.  Filyos plajları dolup taşmaya
başladı" deyince, bazı dostlar itiraz ettiler. "Yaz geldi geçiyor, plajlar hala dolmadı" diye dert yandılar

Doğrudur.

E, ne de olsa Ramazan ayındaydık. Bunun bir nebze de olsun insanları "deniz banyosundan" alıkoyabileceği inkar edilemez.

Eskiden Ramazan aylarında plajların durumu nasıl olurdu acaba?

Bunu bilemeyeceğim. Çünkü benim Filyos yıllarımda Ramazan ayı, yaz mevsiminden çok uzaklardaydı.

Kısa, karanlık ve soğuk kış günlerinde tutulurdu oruç.  Kapımızın önünden bakıldığında, kolayca görünen caminin ışıkları yandığında akşam ezanı da okunmaya başlardı. Filyos'un yegane fırınından alınmış olan, tadını hala unutamadığım pidenin dilimleri mis gibi kokardı iftar soframızda. Sobanın gürül gürül yandığı o gecelerde deniz, bazan sakin uyuklar, bazan da pek haşmetle uğuldardı.

O yıllarda, daha yaz gelmeden genellikle 19 Mayıs gösterilerinin ardından gençler denize dalıp çıkmaya başlarlardı.  Hazirandaysa plajlar resmen açılırdı. Haziranın yirmisinden sonra, kavurucu sıcaklar iyice bastırırdı.

Ne var ki Filyos'un ısısı hiçbir zaman güney sahillerimizin insana fenalık veren sıcaklığı mertebesine çıkmamıştır. Çocukken bütün bir yaz ısı olçümü yapmış ve ortalama günlük rakamı 26 santigrad derece olarak bulmuştum. Bu sıcaklık bugünküyle de aynıdır. Ve iyi ki öyledir.

Dostların itirazında yer alan "Yaz geldi geçiyor" lafına da takıldı biraz aklım.

Bu ifadeden, sanki yaz biraz hızlı geçiyor gibi izlenim edindim. Bu izlenimimde yanıldığımı sanmıyorum. Ne yazık ki, yaşlandıkça, insan zamanın hızlı geçtiğin düşünüyor. Yaşını başını aşmış pek çok arkadaşım aynı kanıda.

Oysa, Bir zamanlar Filyos'ta yaz günleri ne kadar ağır geçerdi. Çocuklar, anneler, babalar, hepimiz, denizle ev arasında koşturur dururduk, gene de günün yarısını bile tamamlayamazdık. Sonra, herkes evine çekilir, sahilde geçen dolu dolu saatlerin ardından  zorunlu bir dinlenme   molası başlardı. Bu saatlerde bahçeler, sokaklar ve kumsal bomboş olurdu. Gün hala bitmemişti ama, daha akşama "golf sahası" eğlencesi ve arkasından lokal faslı vardı.

Lokalde geçen yaz geceleri, biz ufaklıklar için ne unutulmaz hatıralarla doludur.

Merak etmeyin dostlar, yaz daha yeni geldi. Eski günlerdeki gibi olmasa da yapılacak çok iş var daha.

Bu vesile ile hepinize iyi bayramlar.
Read more

Demirel ve Filyos

Türkiye'nin 20. yüzyıldaki tarihine damgasını vuran önemli siyaset adamlarımızdan biriydi Süleyman Demirel. Onu 17 haziran 2015'de 91 yaşında iken kaybettik.

Siyasi rakiplerinin hemen hepsinden daha uzun yaşadı. Daha fazla başbakanlık yaptı. Ömrünün son deminde Cumhurbaşkanı olarak, rakiplerinin göremediği bir ikbale de erişmiş oldu.

Demirel'in aslında etkin olduğu yıllar, tekbaşına iktidar olduğu 1965 ile 1971 yılları arasıdır. Bu dönemde sanıldığı gibi sadece  montaj sanayiine önem verilmemiş, alt yapı ve alanın da da önemli yatırımlar yapılmıştır. Bugün Türkiye'nin en büyük 10 işletmesi içinde yer alan fabrikaların bir çoğunun temeli  o dönemde atılmıştır.

Filyos Ateş Tuğla Fabrikası'nın yenilenmesi ve döner fırının yapılması da  o döneme rastlar. Solcular, genellikle Demirel modeli sanayileşmeye "montaj sanayii" diyerek hep küçümsemişlerdir ama aslında eleştirilerinde çok da haklı değillerdir. Bir kere o yıllarda, uluslararası sermaye birikimi,  başka bir kalkınma modeline izin vermiyordu. O günün şartlarında sadece böyle bir modelle ülkenin kalkınabileceğini idrak etmesi bile Demirel açısından olumlu bir puandır.

Ama işin doğrusu, sanayileşme montajla sınırlı kalmamış, Filyos Ateş Tuğla'ya ilave tesisler yapılması örneğinde olduğu gibi bugünün pek çok büyük kompleksi, Demirel zamanında planlanmış, finanse edilmiş, temeli atılmış ve işletmeye açılmıştır. Oyak Renault, İskenderun Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, Petkim, Tofaş, Mercedes Benz, Aselsan, Keban Barajı ve GAP, bunların önde gelenlerinden bir kaçıdır.

Politikacı olarak zayıf noktası, elit biri olmayışı idi. Entellektüel bir yanı yoktu. Edebiyattan sinemadan, modern sanatlardan anlamazdı. Tiyatrodan, operadan hiç söz etmezdi. O mühendislik okumuş bir köy çocuğu idi, hep öyle kaldı. Bu köylülük hali, onun giyiminden  konuşmasına kadar her davranışında kendisini belli ederdi.

Entellektüelliği konusunda yanılıyor da olabilirim. Fakat en büyük siyasi rakibi Şair Bülent Ecevit'le karşılaştırıldığında ortaya öyle kontrast bir fotoğraf şıkıyordu ki, insan ister istemez, her iki lideri iki ayrı uçta görüyordu.

Kuşkusuz çok akıllı, belleği güçlü biriydi. Sizi iki dakikada binlerce rakama boğabilir, ülkenin 10 yıllık büyüme, ithalat, ihracat, bütçe ve dış açık rakamlarını bir çırpıda sayabilirdi.

Demirel, demokrat bir siyasetçi miydi? Kimine göre evet, kimine göre hayırdı bu sorunun cevabı.  Hayır diyenler, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını onaylamasını, 70'li yıllarda Milliyetci Cephe hükümetlerini kurmasını,   gene aynı yıllarda CHP ile büyük koalisyon yapmamasını ve 28 Şubat  "postmodern darbesi"nde önemli bir rol oynamasını gerekçe gösterip, Demirel 'in demokrat olmadığını idda ederler.

Karşı taraftakilerse, Demirel'in eleştiriye her zaman açık olduğunu, onun döneminde gazetelerin kapanmadığını, gazetecilerin hapse atılmadığını,  gazeteciler aleyhine tazminat davaları açılmadığını, Milliyetçi Cephe hükümetlerinin marjinal sağı kontrol altında tutmak için kurulduğunu, 12 Eylül sonrası yasaklı döneminde Demirel'in ünlü "Bir Bilen" mahlasını kullanarak cuntacı Generallerle büyük bir demokrasi mücadelesine giriştiğini  öne sürerek, onun demokrat tarafının daha baskın çıktığını söylerler.

Bence, her iki görüş de doğrudur. Demirel, hepimiz gibi hataları ve sevaplarıyla yaşamış, sonunda vadesini doldurup bu dünyadan ayrılmıştır.

Ben gene de onun sevaplarının hatalarından biraz daha fazla olduğunu düşünenlerdenim.

Hayatımın en güzel yıllarını geçirdiğim Filyos'u hala unutamıyorsam eğer, bunun biraz da onun sayesinde olduğunu biliyorum.

Bunun biraz fazlasıyla sübjektif bir yargı olduğunu söyleyebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız ama hayat, zaten başka nedir ki?


Demirel Fiyos'ta  
Read more

Filyos Yeniden...

Altı aydan biraz daha uzun bir süredir, Filyos Defteri ile ilgilenemedik. Kusura bakmayın. Çeşitli nedenler bizi
istemeden de olsa, Filyoslu dostlardan uzakta tuttu.

Buna karşılık, sevinerek gördük ki, sizin ilginiz hiç eksilmedi. Deftere yazdığımız son satırdan bu yana sayfamızı beğenenlerin sayısı sürekli arttı ve 796 rakamına ulaştı. İlginize çok ama çok teşekkür ederiz. Bu desteğinize layık olabilmek için elimizden geleni yapacağız.

Artık sitemizi 3 kişilik bir ekiple hazırlıyoruz. Bundan böyle daha profesyonelce hazırlanmış bir Filyos Defteri ile karşınızda olacağız. Dilerseniz sizler de ekibimize katılabilirsiniz. Filyos'a gönül vermiş dostlarımızın yazılarını/yorumlarını yayınlamaktan büyük mutluluk duyacağız. Filyos'la ilgili her çeşit yazınızı bize email yoluyla gönderebilirsiniz. Bu bir  makale, deneme, şiir, öykü olabilir. Anılarınızı, yorumlarınızı, politika ve sanatla ilgili yazılarınızı da bekliyoruz.

Bizim dükkan kapalıyken, altı ayda çok şey oldu elbette. Hayat durmuyor çünkü. Türkiye iç siyasetinin, dış politikasının ve ekonomisinin hop oturup hop kalktığı günler yaşandı. Genel seçimler oldu.  Sn. Erdoğan'ın hayalleri ve AKP hükümeti düştü.  Beklendiği gibi masalcı teyze bir nezaket ziyareti bile yapmadı Zonguldak'a. Filyos Vadisi masalları dinleyemedi Filyoslular bu yüzden bu sene.

Bu dönemde, yakın tarihin iki önemli siyasetçisi Kenan Evren ve Süleyman Demirel, kısa aralıklarla hayatlarını kaybettiler. Birincisini pek umursamasak da Demirel konusunda biraz durduk ve düşündük. Ama en çok, Filyos'un kaybettiği iki çınara üzüldük: Nejat  Meriçligil ve Ahmet Şanlı, iki eski baba dostuydu. Ölüm haberleri içimizi sızlattı. Filyos'tan bir şeylerin daha kopup gittiğini duyumsadık. Onların izinden bir kez daha o güzel, eski günlere dalıp gittik. Her ikisine de Allah'tan rahmet diliyoruz. Nur içinde yatsınlar.


Sonunda kış bitti, yaz geldi. Kumsal ışıldadı. Deniz ısındı.  Filyos plajları dolup taşmaya başladı. Hayat akıp gidiyor ve herşey olacağına varıyor. Bu güne dek, hiç kimsenin gücü ne suların ne de tarihin akışını geri çevirmeye yetmedi. Bundan sonra da yetmeyecek.

Yeni Filyos yazılarında yeniden buluşmak dileğiyle...

Read more

Filyos Melankolisi

Bu yıl temmuz ayında kısa bir süre için Filyos 'a gittim. Sağlık ve iş nedenleriyle fazla kalamadım ama bir kaç gün de olsa o eski tanıdık havayı yeniden solumak beni çok mutlu etti. Eski günleri hatırladım. Maziyi hüzünle yadettim.

Fabrika ve lojmanların hali, bir zamanlar orada yaşamış herkes gibi beni de üzdü. Doğduğum, büyüdüğüm evi gördüm. Mutlu oldum gene de. Annemi, babamı hatırladım. Babaannemi gördüm balkonda. Sonra köpeklerimizi. Komşularımızı hatırladım. Ümit ablaları, Tanjuları, Naci abileri, Necla ablaları, Rahmileri... 

Ve o kumsal... Yürüdüm sahil boyunca. Değişmişti, eskisi gibi değildi. Ama o benim sahilimdi. Üstelik, o sıcak yaz gününün öğle sonrasında her zamankinden daha çok eski günlerdekine benziyordu. Deniz masmavi ve kıpırtısızdı. Uzakta bir motor kıyıya doğru geliyordu. Babamla Mitat abi midye avından mı dönüyorlardı? 

Filyos'ta bıraktığım arkadaşlarımı, sevdiklerimi gördüm. Hepsini değil belki ama, o kadarı bile bana yetti. Çünkü hatıralar coştu, sel oldu aktı, melankolim tavanlara vurdu. Filiz, Kazım abi,  İffet abla, Behçet, Semiha, Sabiha, İsmail Şanlı, İsmail Gökgöz, Erkut, Gülsen Teyze (Kayıkçı), Okan abi (Özkan),  Solmaz abla (Özdemir), Fikri, Engin abi (Say) ve sevgili Taner. Yıllardır görmediğim bu insanlarla yeniden karşılaşıp konuştum. Hüznü ve mutluluğu aynı anda yaşadım.

Hem değişmiş hem değişmemişti Filyos. Uzaktan bakınca değişen fazla bir şey yok gibi görünüyordu. Ama yaklaştıkça, hele bir mikroskopla baktığınızda değişen çok şey vardı.
Filyos izlenimlerimi ayrıca anlatacağım.


Read more

Filyos Beach Resort

Sonunda beklenen gün geldi ve Filyos'un ilk butik oteli Filyos Beach Resort açıldı.
Filyos'lu işadamı İsmail Recai Şanlı'nın Filyos turizmine yeni bir heyecan ve canlılık getireceğini umduğumuz tesis, resmi açılışını 1 Nisan Salı günü yaptı.
1500 metrekarelik bir alan üzerine kurulan butik otel, 45 yatak kapasiteli 20 odadan oluşuyor. Alt katında 50 kişilik bir estoranı ve gemiş bir terası bulunuyor.
Filyos Beach Resort denize çok yakın. Otelin hemen önünde Filyos'un o eşsiz kumsalı başlıyor. İsmail Recai Şanlı, kumsalın tamamen temizlenerek pırıl pırıl yapılacağını, yaz sezonunda otelin plajını kullanan müşterilere şezlong ve şemsiye gibi hizmetlerin verileceğini söylüyor.
Art Deco tarzında inşa edilen tesis,  önceden üretilmiş çelik konstrüksiyonların montajıyla oluşturulmuş. Bu bakımdan, yapının mimarını sorduğumda İsmail Recai Şanlı, esprili bir biçimde "Ben ve eşim." diye cevap veriyor. Aslında haksız da sayılmaz. Çünkü yapının bütün iç dizaynı İsmail Bey ve eşi Ebru Hanım tarafından yapılmış.

Yatak odalarına hakim olan renkten, aksesuarlara varıncaya kadar herşey, ince bir zevkin ürünü olduğunu belli ediyor. Alt katta kesintisiz bir manzara sağlayan camın kullanması ise etkileyici olmasının yanında olağanüstü işlevsel. Filyos'un o harika gün batımına karşı yemeklerini yiyecek, içkilerini yudumlayacak olan müşterilerin aynı zamanda kendilerini denizin içinde gibi hissedecekleri muhteşem bir ortam yaratılmış.
Mutfak Sanatları Akademisi mezunu Ebru Hanım restoranın şefi aynı zamanda. Sanatını ve yeteneklerini burada da göstermeye devam ediyor.

Menu doğal olarak balık ve diğer deniz ürünleri ağırlıklı.  Özellikle Filyos'ta çıkan balıklar taptaze olarak hazırlanıp sunuluyor. İsmail Bey, iddialı olduklarını göstermek için, İstanbul Çengelköy'deki ünlü Del Mare'nin şefini Filyos Beach Resort'a transfer ettiğini söylüyor.
Spesiyallerini sorduğumuzda bize, "Tuzla Deniz Levreği ve pideli köfte" diyor. Ayrıca çocuk menüsü olarak Ev Mantısı yaptıklarını, klasik Türk mezelerinin yanısıra,  yörenin mevsimine uygun ürünlerinden üretilen yemeklerin de menüde yer aldığını belirtiyor.

22 sigortalı işçinin çalıştığı Filyos Beach Resort'ta yaz aylarında istihdamın biraz daha artması beklenebilir. Ve umarız ki öyle olur.
Neil Armstrong'dan ilham alarak ben de son olarak şunu söylemek istiyorum:
Belki, Türkiye'nin dev turizm bütçesi göz önüne alındığında bu yatırım küçük bir hamleden ibaret.
Ama, bu güne kadar ihmal edilmiş, her türlü imkan ve gereksinim olduğu halde, turizme bir türlü yönelememiş Filyos için dev bir adımdır. Gelecek günler bunun aynı zamanda dev bir sıçrama olduğunu da gösterecektir. İsmail Recai Şanlı'nın bu yatırımı, eminiz ki bir çok Filyoslu/Zonguldaklı sermaye sahibini özendirecek, onların da bu tip yatırımlara girişmesinin önünü açacaktır.
Bütün bu öngörüler, Filyos Beach Resort'un başarılı olmasıyla mümkündür.
Bu yüzden, bu tesisin bir an önce kendini geri ödemesi ve karlı bir işletme haline gelmesi en büyük dileğimizdir.








Read more

Filyos AKP ye Oy Vermemeli

Artık iyice belli oldu ki, hiçbir Filyoslu göz göre göre gidip AKP'ye oy veremez. Vermemelidir. Başbakan ciddi bir töhmet altındadır. Bundan temizlenmedikçe siyaset yapamaz. Bu aslında siyasi hayatının bittiği anlamına gelir. Son gelişmeler, ona bağlı, 12 yıldır yapılanları takdir eden, dindar kesimlerde bile tereddütlere yol açmıştır. Bu yerel seçim, yerel seçim olmaktan çıkmış, Başbakanı onaylayıp onaylamama referandumuna dönüşmüştür. AKP'ye atılacak her oy, yolsuzluğa, rüşvete, kirli ilişkilere onay vermek anlamına gelecektir. AKP'ye oy atanlar madden değilse bile manen Başbakanın suç ortağı durumuna düşeceklerdir.
Read more

Filyos Vadisi Masalında Son Zoka

Filyos Vadisi masalının son zokasını da yutmak üzereyiz.
Konuyla iligili son yazımda, bu zokayı dördüncü kez yutacak mıyız diye sormuştum.
Görünen o ki, yutacağız.
Ama biraz farklı bir biçimde.
Bir defa artık Filyos Vadisi diye bir proje kalmadı ortada. Yani, sahil'den başlayıp Tefen'e kadar uzanacak bir komple tesisler bütünü (üniversitesinden otellerine, demiryollarından limanına) artık söz konusu değil.
Onun yerini gelişigüzel kurulacak fabrikalar aldı. Yani tam bize özgü bir model.
İyi de bu işlere ne zaman başlanacak ve bitirilecek.
İçimden bir ses hiçbir zaman diyorsa da, siyaset teorisi olaya farklı yaklaşmak gerektiğini söylüyor.
Dostlar sıkı durun, Filyos Vadisi, hiç bitmeyecek bir masaldır.
Ne kadar uzatılır ve yayılırsa, ne kadar çeşitlenirse, iktidar partisi bundan o kadar nemalanacaktır.
Önce Filyos Vadisi'ne serbest bölge kurulacak dendi. Dört başı mamur bir proje hazırlandı.
Sonra bunun fizibilitesi yaptırıldı. Yani, uygulanabilirliği, verimli olup olmayacağı araştırıldı. Doğal yapının olanaksızlığı yüzünden hem DSİ hem de araştırmacı Japon şirket olumsuz rapor verdi. Yani Filyos Vadisi'ne serbest bölge kurmanın astarı yüzünden pahalıydı.
Birkaç yıl üstüste bu konuda bir ödenek çıkmayınca kanun kadük oldu, yani yok varsayıldı.
Sonra yeniden bir kanunla aynı işlemler başlatıldı. Fakat DSİ gene olumsuz rapor verdi. Ödenek çıkmayınca kanun gene kadük oldu.
Sonra gene bir kanun çıktı. Bu kez serbest bölge yerine, sanayi tesislerinin kurulacağı bir proje söz konusuydu. Aa, bu kez DSİ olumlu rapor verdi. Doğal koşullar değişmemiş, ama DSİ'nin raporu hazırlayan mühendisler değişmişti sadece.
Ayrılan çok düşük bir ödenekle Filyos Çay'ı üzerinde ıslah çalışmaları kısıtlı da olsa başladı. Fakat hala ortalıkta yatırım matırım yoktu.
Sonunda, proje, ufala ufala Vadi'ye bir liman yapılması ve fabrika kurmak isteyenlere arsa tahsisine dönüştü. Adına da "Filyos Endüstri Bölgesi" dendi.
Şimdi bütün bu kanun yenilemelerinin ve proje değişikliklerinin tam da seçim dönemlerine rast geldiğini söylemeye bilmem gerek var mı?
Her seçim döneminden biraz önce Zonguldak milletvekilleri ortaya çıkıp, Vadi'ye ne yapılmasına karar verildiğini bize anlattılar. Her seferinde çakılacak çivi önce altınken sonunda paslı tenekeye kadar düştü.
Paslıydı ve tenekeydi çünkü, ortada hiçbir teşvik olmaksızın, şirketlere gelin fabrikanızı burada kurun diyordu.
Yerel gazetelerde okuyoruz. Zonguldaklı işadamları, 2 yıldan beri gelecek şirketleri bekliyorlarmış.
Beyler, daha çook beklersiniz. Hangi şirket gelir de yolu, limanı, altyapısı, olmayan bir yere yatırım yapar ki?
Yurtbaylar bile Bozüyük'te yapıyorlar yatırımlarını. Haklılar. Dağın başına fabrika mı kondurulur?
İktidar partisi, Filyos Vadisi masalını sürekli canlı tutabilmek için elinden geleni yapıyor. Yok 12 şirket sırada bekliyormuş, yok limanın ihalesi eylül ayında yapılacakmış. Yok termik santraller kuruluyormuş.
Açıkça yazıyorum: Bu söylentilerin yüzde doksanı yalandır, tamamen tevatürdür.
Hiçkimsenin gelip de vadide şantiye kuracak hali yoktur. Çünkü Vadi, ekonomik açıdan kapitalistleri çekecek bir özelliğe sahip değildir. Hatır için, belki bir iki firma gelir, birkaç yıl sonra batar ve giderler.
İktidar, önümüzdeki seçimler için gene bazı senaryolar sahneye konacak. Belki bir iki ufak ilerleme de sağlayacak vadide. Yeni umutlar şırınga edecek ahaliye. Ama hepsi o kadar. Güya yatırım yapılacakmış da, çevre duyarlığı yüzünden vazgeçmişler gibi  bir tavır takınmaları da gayet normaldir. Ancak bunun da tam bir sahtekarlık olduğunu kimse gözden kaçırmamalı. Zonguldak'tan çok daha etkin çevresel eylemlerin olduğu bölgelerde, istediklerini çatır çatır yapıyorlar çünkü.
Kesin olan şu: İktidar, alt yapı yatırımları için kaynak bulmakta zorlanıyor. Yeni havalanı projesinden bu yüzden vazgeçilmesi, yeni asma köprünün ertelenmesi, metro yapımlarının duraklaması söz konusu. Kanal İstanbul unutuldu bile. Sadece Zonguldak'ta değil, ülkenin her tarafında benzer alt yapı faaliyetleri var. Bunlara fon/kaynak temininde hükümet sıfırı tüketmiş durumda. Kaynak buldukça bunların Zonguldak'tan önce diğer megaprojelere tahsis edileceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok.

Read more

En Büyük Cinayet

Herhalde Filyos'un yazılı tarihi 1940'larda başlar. Ondan önce de bir şeyler vardır mutlaka. Belki bir yazarın güncesinde sıkışıp kalmış bir not, belki bir telgraf, belki resmi bir yazı 1940 öncesi Filyos'u hakkında bize az da olsa bir şeyler söyler. Örneğin, Filyos'un Osmanlı'nın son yıllarında yöredeki ormanlardan kesilen odunların nakledildiği önemli bir iskele olduğunu bu tip resmi yazılardan öğreniyoruz. Ama bu tür evraklar hem çok az, hem de onlara ulaşabilmek çok zor. Belki çoğu, geçen zaman içinde yandı, yakıldı, çürüdü gitti. Memleketimiz 1880'den 1920'lere gelinceye kadar o kadar çok arbede gördü, o kadar çok savruldu ki, arşivlere girip, Filyos'un izini sürmek hayal bile edilemeyecek hale geldi.
Oysa ne kadar çok bilmeyi isterdim, Filyosun 1930'lardaki halini.
Ne yazık ki, 1940 öncesi tam bir boşluk. O döneme ait sağlıklı bir bilgi yok elimizde. Var olan birkaç fotoğraf ta fazla bir şey anlatmıyor.
O yıllarda Filyos'un cennet gibi bir belde olduğuna eminim. Pırıl pırıl parlayan geniş ve uzun kumsalı, masmavi denizi, yemyeşil ormanlarıyla ne kadar güzel bir yerdi kimbilir.
Kalkınmanın zorunluğu nedeniyle çevreye kurulan bir çok sanayi tesisi bile bu güzelliği 70 yıldır yerinden söküp atamadı.
Ama insanlar? İnsanlar, Filyos'a o kadar çok zarar verdiler ki, saymakla bitmez.
Ağaçları onlar kestiler, balıkları onlar yok ettiler, çirkin binaları onlar kurdular, tarihi eserleri onlar çaldılar, sahildeki çakıl ve kumu onlar sattılar.
Üstelik hala zarar vermeye devam ediyorlar. Nasıl zarar vereceklerinin planlarını yapıyorlar.
Filyos'u elbirliğiyle katleden insanlardır, fabrikalar değil. Bu yüzden işlenen cinayetin boyutları -neyse ki- küçüktür.
İnsanlar uğraşmışlar, uğraşmışlar, Filyos'a ancak bu kadar zarar verebilmişlerdir. Bu, telafi edilebilir bir zarardır. Ama bir yere kadar. Zararın telafisi imkansız yönleri de vardır. İşlenen cinayet, bazı değerleri tamamen ortadan kaldırmıştır..
1940'larda Filyos sahillerinde yaşayan büyüklerimizin işledikleri bu cinayetle, bir daha asla geri getiremeyecek biçimde neyi yok ettiklerini öğrenmek için aşağıdaki satırları dikkatle okuyalım:(*)
 “1940 yılları olacak, haşarılığımın doruk yaptığı çocukluğumda, ‘Ay balığı-ayı balığı’ diye haykırarak, şimdiki Adliye binasının önüne, deniz kenarındaki kayalıklara çıkmış fok balıklarınıseyretmeye koştururduk. Eski Hükümet Konağı’nın arkası çocuk bahçesi, sahili de yüzlerce sandalın çekek yeriydi. Ayrıca Kömür Şirketi’nin maden direği yığılıydı. Denizin suyu simsiyahtı. Pırtık giysilerimizi dirseklerin arasına sokuşturur, donla oynar-yüzerdik. Foklar, bazen kefal yemeye sahile gelir, kocaman kocaman gözleriyle insanlara bakar, bıyıklarını oynatırlardı. Eşli dolaşır, bir adet yavrusu olurdu. Onlar da insanları seyrederdi. Bunlar memeli balıklarmış, irisi 100kg kadar çekermiş. Esas üredikleri ve barındıkları yer Filyos’muş. Kayalıklara çıktıklarında, bazı muzur balıkçılar ‘fışt fışt’ diye seslenince ürkerlerdi.  Gaddar insanoğlu, kimini canlı yakalayıp sattı, kiminin derisi ve yağı için öldürdü. Sahilimizde kökünü kuruttular."

Gördünüz değil mi dostlar? Fokların üredikleri ve barındıkları yer neresiymiş?
Aaah ah. Bu yazıyı okuyunca içim acıdı.
Nasıl da yok etmişiz o güzelim hayvanları? Nasıl da gerçek anlamıyla katletmişiz doğayı, elbirliği yaparak.
Şimdi kara kara düşünüp "turizm, turizm" diye inlerken, meğer dünyanın en büyük fırsatlarından biri elimizdeymiş.
........
İnsanlar fabrikalardan daha zararlı. Bu kesin.
Fabrikaları kontrol edebilirsiniz. İnsanı ise asla durduramazsınız. Bildiğini okur.

(*)Hüseyin Şeker, Kestane ve Palamut, Pusula, 03 Ekim 2012

Yazının tamamı için Link:http://www.pusulagazetesi.com.tr/sitem.php?hayns=2&yazilim=makaleler&osmanli=yazar&id=3520#.UlRtnGkCBDM.facebook











Read more

Filyos Denkleminin Çözümü

Filyos için turizm giderek iş imkanları yaratacak bir sektör olmaktan çıkıyor.
Bunun belli başlı iki sebebi var.
Birincisi Devletin yüz elli yıldan bu yana Ereğli'den Amasra'ya kadar olan bölgeyi bir sanayileşme alanı olarak görmesi. Ve her ağır yatırım hamlesinde bu bölgenin ön plana çıkması.
İkincisi, Filyosluların kurulacak sanayi tesislerine karşı çıktıkları ölçüde turizm yatırımı yapmaya karşı duydukları şiddetli isteksizlik.
Bir defa şunu açık seçik görmek lazım. Filyos hiçbir zaman Kemer, Bodrum, Ilıca  vs gibi bir tatil beldesi olamaz. Buna ne sahili, ne iklim yapısı, ne doğası elverişlidir. Filyos'un olsa olsa bir Amasra olması beklenebilir ki, maalesef Filyos'ta, Amasra'yı Amasra yapan özelliklerin çoğu yoktur. Amasra'da oraya özgü bir çok şey bulmak mümkünken, Filyos'ta buna hiç rastlanmadığı gibi bu yönde bir imaj/marka oluşturma çabası da yoktur. Örneğin tahta işçiliği ve bez dokumacılığı turistleri Amasra'ya çeken alternatif bir faktördür. Ziyaretçilerin kent içinde dolaşmalarını ve alışveriş yapmalarını sağlayan çok önemli bir faktör hem de.
Filyos'un turistlerin ilgisini çekip onlara satabileceği geleneksel bir ürünü var mıdır acaba?
Yoksa, neden bunca yıldır yaratılmamıştır?
Devrek bile bastonculuğu 1985'den sonra yeniden keşfetti. Baston sayesinde (deniz filan da yo orada) her gün Devrek'e yüzlerce turist geliyor.
Pansiyonculuk Filyosta adeta kaplumbağa hızıyla ilerlerken diğer tür konaklama tesislerinin esamesi bulunmamaktadır. Hasbelkader bir otel yapılacaktır ama bununla turizm faaliyetlerinin gelişeceğini ummak aptallık değilse bile safdilliktir. Amasra'da  hali hazırda 24 otel vardır. Bunun iki katı kadar da pansiyon hizmet vermektedir. Bugün sadece yaz aylarında değil, hafta sonlarında ve bayram tatillerinde bile Amasra'nın nüfusu 3 katına çıkmaktadır.
Amasra, aslında Filyos'un önünde güzel bir örnektir.
Filyos'ta geliştirilecek bir turizmin hedef kitlesi, Çaycuma-Devrek bölgelerinde yaşayanlardır. Bu alanı Ankara'ya kadar uzatmak mümkün olabilir. Özellikle hafta sonu tatilleri için, bu hedef kitlenin Filyos'u tercih etmemesi için bir neden yoktur.
Ne var ki, Filyos, yıllardır bindiği dalları kese kese, bugün artık  heyecan veren bir belde olma vasfını kaybetmiştir.
Oysa, örneğin, hedef bölgedeki büyük kuruluşların dinlenme tesislerini Filyos'a kurmaları teşvik edilebilirdi. Ateş Tuğla lojmanları ihya edilerek her yıl  binlerce kişinin konaklayabileceği bir tatil merkezine dönüştürülebilirdi. Geleneksel elsanatları atölyeleri açılıp , çarşı içinde bir sokak tamamen bu konuya tahsis edilebilirdi. Filyos'un en güzel yerine modern bir mimari ile çağdaş bir Müze yapılabilirdi. Tarihi eserler, yapılar, temizlenip restore edilip hizmete sokulabilirdi. Örneğin, Ateş Tuğla fabrikası bir açık hava sanayi müzesi haline getirilebilirdi ki hala bu imkan var. Ve tabii bir de pansiyonculuk teşvik edilebilirdi.
Yapılsaydı ne olurdu? Filyos gene bir Kemer, Bodrum ya da Ilıca olmazdı. Ama hiç olmazsa az çok Amasra gibi bir yer olabilirdi.
Şimdilik bu trenlerin hepsi kaçmıştır.
Öyle görülüyor ki birileri, Filyos'u endüstriyel bir bölge yapmayı çok istiyor. Eğer bu seçimden seçime ağızlar çalınan bir parmak bal değilse ve bu turizm işi de refah sorununa radikal bir çözüm olamayacaksa, o zaman Filyos'un yeniden bir sanayi beldesi olması önerilerini dikkatle incelemek gerekir.
Kuşkusuz sanayi yatırımları refahı kat be kat artıracaktır. Ayrıca katkısının sadece Filyos'la sınırlı kalmayacağı, bütün bir Zonguldak vilayetini kapsayacağı da ilgililerin beyanatından anlaşılmaktadır. Bu durumda vilayetin ağırlık merkezi Filyos bölgesine doğru kayacaktır ki bunlar olumlu gelişmelerdir.
Bizim tek endişemiz, sanayileşmenin çevreye vereceği zarar, doğa üzerinde yaratacağı tahribattır.
Ancak, şunu da biliyoruz ki gereken önlemler alındığında, çevreye verilecek zarar en az düzeye indirilebilmektedir. Bazı sanayi dalları ise zaten yapıları itibariyle çevreye zarar vermezler. (Tarıma dayalı sanayiler)
Bu bakımdan, eğer bu vadi hikayeleri yalan dolan değilse, tarıma dayalı sanayi fabrikaları ile gelişmiş arıtma teknolojileriyle donatılmış sanayi tesislerinin Filyos ve civarında kurulmasına olumlu bir tavırla yaklaşmak gerekir.
Bakın, Ateş Tuğla fabrikasıyla 60 yıl birlikte yaşanmıştır
Bu fabrika yüzünden Filyos'ta kaybedilmiş herhangi bir şey var mı?
Asıl, insanlar vermedi mi en büyük zararı Filyos'un doğasına, yeşiline, denizine, kumsalına?
Bundan 60 yıl önce kurulan bir fabrikanın çevreye vermediği bir zararı, gelişmiş teknolojiyle kurulacak daha modern  fabrikalar niye versin ki?
Denizi, kumsalı, ağaçları öldürmeyen bir sanayi tesisi Filyos'un kurtuluşu olabilir
Deniz, kumsal, yeşillik tahrip olmayacağına göre -tıpkı Amasra'da olduğu gibi- bir yandan turizm girişimleri de sürdürülebilir. Pansiyonculuk yaygınlaştırılırken, müze kurulur, dinlenme tesisleri açılır, gelenekselleştirilecek bir el ürünleri çarşısı açılır, imaj/marka çalışmaları başlatılır.
Gene denize girilir, gene kumsalda koşulur, gene balık tulur. Bir yandan fabrikalar çalışır, bir yandan civar illerden turistler gelir.
60 yıldan beri zaten hep böyle olmadı mı?

Read more

Tren Filyos un Can Damarıdır.

Dün Filyos'ta elim bir kaza oldu. Gelen haberler son derece kötü. Ölenler ve ağır yaralananlar olduğu söyleniyor. Kazanın olduğu yer, artık "ölüm yolu" diye adlandırılan Filyos sahil yolu. 

Son derece tehlikeli, uçurumlarla dolu olan bu yolda yavaş ve kurallara uygun araç kullanmak gerekiyor. Söylendiğine göre, freni patladığı için kaza yapan otobüste aşırı sayıda yolcu bulunmaktaymış. Belki olayın sebepler halkasının en sonundaki sebep bu aşırı sayıdaki yolcu olabilir. Muhtemelen başka sebepler de bulunabilir. Ama bütün bunlar, neden Filyosluların 75 yıldır kullandıkları trenleri bırakıp, o lanetli karayoluyla seyahat etmeye kalkıştıklarını izah edemez.



Tren yolu yapılmadan önce Filyos küçük bir köy bile değildi. Sahilde bir odun iskelesi vardı. Çevrede kesilen odunlar buraya yanaşan küçük gemilerle İstanbul'a naklediliyordu.
Tarihin ilk çağlarında muazzam parlak bir uygarlığa sahip olan Filyos, Osmanlı hakimiyeti altında yavaş yavaş önemini kaybetmiş, sisler arasında kaybolup gitmişti. Ereğli, Bartın, Amasra kentleri gibi Filyos da erin bir sessizliğe gömülmüştü. 

Filyos için bu sessizlik tren yolunun gelişiyle bozuldu. 
Filyos’ta yeni dönemin ilk ışıkları, Kömüre Giden Demiryolu Projesi’yle ışıldamaya başladı. 1927 yılında, Filyos’u Ankara’ya bağlayacak olan demiryolu hattının yapımına girişildi. İlk iş olarak iskele kuruldu. Arkasından büyük bir liman da yapılacaktı ama sonra bundan vaz geçildi. Limanın Ereğli’ye yapılması kararlaştırıldı. Çünkü, Filyos demiryolu Ereğli’ye kadar uzanacaktı.
Filyos’a ulaşan tren hattı, 14 Kasım 1935’de faaliyete geçti. Açılan sadece demiryolu değildi. Yeni altın çağa giden yolun kapıları da ardına kadar açılmıştı.
Karabük'e demirçelik fabrikasının kurulmasıyla birlikte Filyos’un yıldızı da parlamaya başladı. 
Demirçelik ve kömür bağlantısı Filyos-Zonguldak hattının 1937’de tamamlanmasıyla gerçekleşti. 3 Nisan 1937’de temeli atılan Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın yegane deniz bağlantısı ise, Filyos İskelesi’ydi.
1947’de Filyos’a hayat veren Ateş Tuğla fabrikası kuruldu.  1949’da deneme üretimi, 1950’de normal üretim gerçekleştirildi.

Böylece, mimarisiyle, yaşam standardıyla, felsefesiyle, insan ilişkileriyle, toplumsal hizmetleriyle, insana ve doğaya saygısıyla görkemli bir dönem başladı Filyos’ta. 
Tren yolunun gelişiyle başlayan bu büyük değişim, ne yazık ki, son on yıldır büyük bir gerileme içine girdi. 
Toplumu kemiren büyük bir zihniyet değişikliği bütün Türkiye'de olduğu Filyos'ta da olumsuz sonuçlarını göstermekte gecikmedi. 

Fabrikanın kapanması, lojmanları tarumar edilmesi, kötü yapılaşmaya izin verilmesi, filyos vadisi masallarıyla halkın uyutulması ve en nihayet tren seferlerinin kaldırılması hep bu yeni zihniyetin bir sonucudur.
O zihniyet, Filyos'un can damarı olan tren seferlerini onarım bahanesiyle kaldırarak, halkı ölüm yoluna mahkum etmekte bir beis görmez. 

Trenlerin çalışmaması sonucu Filyos'un köreleceğini hesaba katmadığı gibi, halkın ölüm yolculuğuna çıkmasına da aldırmaz.

Ölüm mü? Allahın takdirinden başka nedir ki?
Evet, ölüm son tahlilde Allahın takdiridir amma, ölüme böylesine açık davetiye çıkarmak kimin takdiridir?
Şimdi Filyos halkı, biraz gecikmeyle de olsa, trenlerin yeniden sefere konması için bir kampanya başlatıyorlar. Bu kampanyayı hepimiz canı gönülden desteklemeliyiz.
Desteklemeliyiz ama, karşımızda, kendi basit emellerine ulaşmak için her yolu mübah sayan, gerçeklikten uzak, halk yararına olmayan her türlü operasyonu yapmayı kendine hak gören yeni bir insan türü olduğunu da artık görmeliyiz. 

Her türlü pisliğini kolayca temizleyip yeniden karşımıza çıkan bir insan türüdür bu.
Bu nedenle önümüzdeki asıl sorun, tren seferlerinin yeniden başlayıp başlamaması değildir.
Asıl sorun, bu insan türüyle nasıl başedeceğimizdir.
Unutmayalım ki onlar hep yalan söylüyorlar. Yalan söylerek kazanıyorlar.
Şimdi gene söyleyecekler. Gene göz boyayacaklar. Gene ağzımıza bir parmak bal çalacaklar.
Bu kez onların oyunlarını bozabilecek miyiz?
Read more

Bir Yabancının Gözünden Filyos

Aşağıdaki yazı Bora Arasan'ın  Gezmeyi Severiz Biz  adlı blogundan alınmıştır.  Bölgeyi ilk kez ziyaret eden bir yabancının gözlemlerinin Filyoslular için ilginç ve yararlı olacağını, kendilerine dışardan bakmalarını sağlayacağını düşünüyorum. 
Bence Zonguldak ‘ın handikabı minibüslerin farklı farklı noktalardan kalkıyor olmaları. Örneğin Filyos ‘a giden minibüsler tren garının önünden kalkmakta. Yolculuk yaklaşık bir saat sürmekte ve kişi başı 3,5 YTL ödüyorsunuz. Ama önerim Filyos ’a eğer zamanınızı ayarlarsanız tren ile gitmeniz. Böylece hem daha ucuza, hem birkaç dakika daha çabuk hemde uçurum kenarlarından bozuk bir yolda gitmemiş olacaksınız. Harika bir orman yolundan ilerleme şansınız var.
Minibüsle gidişi anlatayım ben yine de. Önce yine Kilimli ‘den geçtik. Buradan sonra Çatalağız ‘a gidiliyor. Burada bir termik santral var biliyorsunuz. Santral oldukça büyük bir alan kaplamakta. Ama yöre oldukça fakir bir görünüme sahip.
Buradan sonra karşımıza gelen ilk belde olan Muslu ile demiryolu arası yol oldukça bozuk. Yağışın etkisi oldukça yıpratıcı olmuş. Ayrıca Göbü ‘den Filyos ‘a dek yol uçurumların kenarından harika manzaralara sahip bir şekilde uzanmakta. Bu uçurumların arasında kalan koylarda çok güzel kumsallara ev sahipliği yapmakta. Özellikle Filyos ‘ta çok uzun bir kumsal var.
Filyosta minibüslerden indiğiniz noktadan bir yirmi metre kadar uzakta, solda taksi durağı var. Buradan beş YTL vererek harabelere ulaşma imkanınız var. Biz havanın kötü olmasını göz önünde bulundurarak paraya kıydık. Taksiciler size aşağıdan mı yukarıdan mı gezeceksiniz diye soracaklar. En akılcıl gezi yolu yukarıdan yapılan. Bu yolu seçince antik tiyatro kalıntılarının yanına dek araçla geliyor olacaksınız.
Theion - Antik Tiyatro
Theion - Antik Tiyatro

Burada küçük bir tiyatro var. Tion , Theon, Theion gibi isimlere sahip bu yerleşimin tiyatrosunun cavea kısmı genel olarak yola sırtını vermiş ve toprak altında kalmış. Sağında ve solunda tribünlere giden ama zamanla tıkanmış kemerli girişler var. Buradan diğer kalıntılara gitmek için mezarlığı, tren yolunu ve çamurlu bir araziyi geçmeniz gerekecek. Salt kış mevsiminde değil eğer kaleyi gezeceğim derseniz hiç bir zaman için yapılacak bir rota değil bu.
Buradan kaleye yürünebiliyor. Bunun için yola çıkıp ilk sapaktan sola sapıp mezarlığı solunuza alıp ilerlemeniz yeterli. Yolda, sağda ve solda böğürtlenler sizi davetkar renklerle çağırmakta. Midemi bozabilirim diye fazla yüklenmedim. Kale iki burç ile sizi karşılamakta. Anlaşılan yakın zamanlarda çok modern bir restorasyon fırtınasına maruz kalmış. Kalenin içine giriş için solda bir kapı bulunmakta. Buradan içeri giriş mümkün.
Kale aslında Tion ‘un akropolü. İçerisinde bazı kazı izleri de görülüyor. Kazının araştırma amaçlı olduğu belirgin. Özellikle en yüksek noktada mermer parçaların olması burada bir tapınak olabileceği şeklinde bir şüphe uyandırmakta. Kaleye kimlerin çevirdiği belirsiz. Ama Bizans, Ceneviz, Osmanlı akla kim gelirse kullanmış olmalı.

Filyos
Kaleden akşamın indiği (ve tahminen günün de doğduğu) saatlerde güzel bir manzara izlenebilir. Bizde kapalı bir havada uzaklardaki portakal rengi görüntünün gizemine kapıldık ve epeyce seyrettik. Onun dışında pek bir artısı da yok.
Manzarayı seyrede durun ben Tionlular hakkında biraz bilgi vereyim. MÖ 4. yy da yörenin yerli halkı ile Yunanlı kolonistlerin karışması ile burada bir şehir kurulmuş. Şehir adını şehri kuran din adamı Tios ‘tan almaktaymış. İlk önce Amastris tarafından kurulan beş şehirlik federasyonun bir parçası olmuş daha sonra bir dönem bağımsız hareket etmiş. Ardından Romalılar ile arası bozulunca istilaya dolayısıyla yıkım ve yağmaya uğramış. Bu da şehrin yavaş yavaş sönmesine neden olmuş. Şehir tam olarak Bitinya ve Paflagonya sınırında.
Tepeden doğuya bakarsanız bir radar ve askeri bölge görürsünüz. Burada da bazı sütun başlıkları ve lahitler bulunmaktaymış. Tahminlere göre toprak altında birde tapınak olduğu sanılmakta. Civarda yer alan su ise Filyos Çayı.
Batıya doğru baktığınızda ise sol omzunuzdan itibaren anlatmamız gerekirse önce demincek basamakları arasında dolandığımız antik tiyatro görülür. Tiyatronun biraz üstündeki tepede ise şehrin nekropolü varmış ama defineciler iyice talan etmiş. Sağa doğru biraz başınızı çevirdiğinizde ise yakında kalan kısımda kazı yapılmış alanı görebilirsiniz. Birbirinden ayrı pek çok yer kazılmış. Tam karşıda üç gözü kalmış birde su kemeri kalıntısı mevcut.

Theion - Kazı alanı
Sahilde ise önce ateş tuğla fabrikası görülmekte. Sanırım artık kapalı. Ürkütücü bir havası var ve epeyce de büyük. Ama bakımsızlıktan dökülmekte. Daha da ileri de ise adeta terkedilmiş gibi bir görünüme sahip olan ve kamuya ait bir tatil köyünü andıran binalardan oluşan neredeyse bir külliye var. Camlar kırık, rüzgarla kimi açık kapılar tasasızca sağa sola çarpıyor mütemadiyen. İnanın o tren yoluyla gelecek turistler bu mükemmel koylarda yüzdükten sonra bu binalarda kalabilse. Nerede… Ah ne kadarda az insan bilmekte bu güzellikleri.
Kaleden inme vakti geliyor. Kaleden inebilmek için kuzeybatı tarafından bir keçi yolunu kullanmak gerekmekte. Kimi yerlerde dik ve zorlu da olsa heyecanlı bir iniş yolu burası.
Deniz seviyesine inipte ardımızda kalan kaleye bakınca aslında epeyce zorlu bir iniş sürecini arkamızda bıraktığımızı farkettik. Kalenin bu açıdan manzarası daha güzel. Öte yandan deniz ve göğün birleştiği yerde de ışık pek çok renge kucak açmış.
Kazı alanına girmek için güvenlik görevlisine görünmek gerekli. Güvenlik size buraları gezdiriyor ama neden fotoğraf çekiyorsunuz vb sorular sorup kimlik bilgilerinizi alıp bir deftere kaydediyor. İyi mi kötü mü çözemedim ama buraların boş bırakılmaması da iyi elbette.
Kazı alanında genelde monolitler bulunmuş. Görevli arkadaştan buraya Türkten çok Yunanlı turist geldiğini de öğrendik. O kadar yer dolaştık, o kadar şey duyduk ki artık şaşmıyoruz. İnternette hamam gibi bir yerin içinde, toprak altında kalan sütunların fotoğrafları görülebiliyor. Buraya bizde gittik ama benim gövdemin geçebileceği bir aralık yok. Belki Uğur geçebilirdi ama çamur nedeniyle üstelemedik.
Görevli arkadaştan ayrıldıktan sonra su kemerinin olduğu ikinci kısma geçtik. Su kemeri epeyce sağlam bir malzeme ile yapılmış ama kala kala üç gözü kalmış bugünlere. Etrafında ise ilk gezdiğimiz alandaki kalıntılardan daha kaliteli bir hamam kalıntısı görülmekte. Burada birde yeni dönem bir kilise kalıntısı var. Olduğumuzdan yerden görebildik ama oraya gidecek yolu bir türlü bulamadığımız için tekrar sahile inip tren garına doğru yürümeye başladık.

Filyos
Güzel, sakin bir sahil var. Ama geçen günkü fırtınanında etkisiyle epeyce kirlenmiş. Garibim Karadeniz ‘in işi zor.Almanya ‘nın, Avusturya ‘nın hatta Tuna kıyısındaki tüm sanayinin pisliğini, yükünü sırtlıyor. İnsanlığa çevrecilik konusunda ahkam kesen bu toplumlar gerçekte ne kadarda iki yüzlü. Acaba Tuna, suyunu Almanya yada Avusturya ‘ya döken bir nehir olsa kim bilir ne önlemler alınırdı.
Filyos ‘ta şöyle bir hoşluk var. Antik kentin küçük bir modeli sahilde sergilenmekte. Böylelikle nereleri görebileceğinizi de (yada bizim için söylemek gerekirse neleri kaçırdığımızı) önceden anlayabiliyorsunuz.
Kasabanın içerisinde epeyce turladık. Geçmişe ait pek bir yapı kalmamış. İnzivaya çekilmek, şehirden kaçmak için ideal  yerler. Trenle Karabük ‘e gidip geceleyeceğiz. Planımız şimdilik bu.

Read more

Kim Aldı Onu Elimizden?

Cumhuriyetimizi kuranların en büyük hedefi, ekonomik kalkınmayı bir an önce gerçekleştirebilmekti. Bunun da ancak sanayileşmekle mümkün olacağını biliyorlardı. Dünyada ne kadar gelişmiş ve güçlü ülke varsa hepsi sanayileşmişti. Ülkeler sanayileştikçe zenginleşiyor, toplumun ve tek tek her bireyin refahı artıyordu.
Osmanlı Devleti de son yıllarında bu gerçeği görmüş, iyi kötü bir sanayileşme çabasına girmişti ama genç cumhuriyetin ondan devraldığı miras, geleneksel ürünleri işleyen birkaç imalathaneden daha fazla değildi.
Tarımın ekonomideki payı %43’tü. Tüm nüfusun %90’ı köylerde yaşıyor ve tarımla uğraşıyordu. Sanayiin ekonomideki payı ise %13’tü.
Köylerle kentler arasında fark değil, uçurumlar vardı. Hemen hemen hiçbir köy (kırsal alan- tarımsal kesim) ne elektriklendirilebilmiş, ne de makinalaştırılabilmişti.
Bütün bu vahim geri kalmışlık tablosu karşısında, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önünde sanayileşme dışında hiçbir seçenek yoktu. Ne var ki bu istemekle yapılacak, ha deyince olacak bir şey değildi.
En önemli sorun sanayileşmenin finansmanının nasıl temin edileceğiydi. Daha basit ifade edersek, kurulacak fabrikaların parası nereden bulunacaktı?
1929 yılına kadar yabancı yatırımcılara umut bağlanmıştı. Ne var ki, yabancılar, kendi ülkelerindeki ekonomik sorunlarla uğraşmaktan, genç cumhuriyete ilgi gösterme fırsatını bulamadılar.  
Zengin aileler (burjuvazi) de yerinden kıpırdamaya ve riske girmeye pek istekli davranmayınca (ya da uyetersiz kalınca), bu işi devletin üstlenmesinden ve tarım kesiminin gelirleriyle sanayi yatırımlarını finanse etmesinden başka çare kalmamış oldu.
Bu tarihten sonra kollar sıvandı. Türkiye Cumhuriyet’nin görüp göreceği en büyük kalkınma projesi belli bir plan dahilinde uygulamaya kondu.
Uluslararası ekonomik kriz nedeniyle, gelişmiş ülkelerin  azgelişmiş ülkeler üzerindeki kontrolünün zayıflaması planın gerçekleştirilmesini kolaylaştıran çok büyük bir etkendir. Aynı şekilde, o zamanki Sovyetler Birliği devletinden sağlanan kredi ve teknik imkanları da göz ardı etmemek gerekir.
Bir yandan ağır sanayi tesisleri kurulurken, diğer yandan doğrudan tüketime yünelik ürünler üretecek fabrikalar kuruldu. Limanlar yapıldı, demiryolları döşendi. 1924-1950 yılları arasında, Zonguldak ve çevresi tam bir ağır sanayi bölgesi haline geldi. 1930’dan itibaren, İzmit’te, Bursa’da, Nazilli’de, Malatya’da, Kayseri’de Ankara’da, İstanbul’da, Eskişehir’de ülke ihtiyacına yönelik üretim yapan fabrikalar, kimya tesisleri, demiryolları, barajlar, silolar, elektrik santralleri büyük bir hızla kurulup işletilmeye başlandı.
Ne mutlu biz Filyoslulara ki, o muhteşem dönemin en büyük paylarından birini alan bir beldede yaşadık. Hiçbir şeyin olmadığı bir devirde her şeyi olan bir azınlıktık. Çetin Altan’ın hayal bile edemediği yıllarda biz tenis, golf oynardık.
Talih bize en büyük şansı altın tepside sunmuştu.
Kim aldı onu elimizden, kim?
KİM?



Read more