Kim Aldı Onu Elimizden?

Cumhuriyetimizi kuranların en büyük hedefi, ekonomik kalkınmayı bir an önce gerçekleştirebilmekti. Bunun da ancak sanayileşmekle mümkün olacağını biliyorlardı. Dünyada ne kadar gelişmiş ve güçlü ülke varsa hepsi sanayileşmişti. Ülkeler sanayileştikçe zenginleşiyor, toplumun ve tek tek her bireyin refahı artıyordu.
Osmanlı Devleti de son yıllarında bu gerçeği görmüş, iyi kötü bir sanayileşme çabasına girmişti ama genç cumhuriyetin ondan devraldığı miras, geleneksel ürünleri işleyen birkaç imalathaneden daha fazla değildi.
Tarımın ekonomideki payı %43’tü. Tüm nüfusun %90’ı köylerde yaşıyor ve tarımla uğraşıyordu. Sanayiin ekonomideki payı ise %13’tü.
Köylerle kentler arasında fark değil, uçurumlar vardı. Hemen hemen hiçbir köy (kırsal alan- tarımsal kesim) ne elektriklendirilebilmiş, ne de makinalaştırılabilmişti.
Bütün bu vahim geri kalmışlık tablosu karşısında, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önünde sanayileşme dışında hiçbir seçenek yoktu. Ne var ki bu istemekle yapılacak, ha deyince olacak bir şey değildi.
En önemli sorun sanayileşmenin finansmanının nasıl temin edileceğiydi. Daha basit ifade edersek, kurulacak fabrikaların parası nereden bulunacaktı?
1929 yılına kadar yabancı yatırımcılara umut bağlanmıştı. Ne var ki, yabancılar, kendi ülkelerindeki ekonomik sorunlarla uğraşmaktan, genç cumhuriyete ilgi gösterme fırsatını bulamadılar.  
Zengin aileler (burjuvazi) de yerinden kıpırdamaya ve riske girmeye pek istekli davranmayınca (ya da uyetersiz kalınca), bu işi devletin üstlenmesinden ve tarım kesiminin gelirleriyle sanayi yatırımlarını finanse etmesinden başka çare kalmamış oldu.
Bu tarihten sonra kollar sıvandı. Türkiye Cumhuriyet’nin görüp göreceği en büyük kalkınma projesi belli bir plan dahilinde uygulamaya kondu.
Uluslararası ekonomik kriz nedeniyle, gelişmiş ülkelerin  azgelişmiş ülkeler üzerindeki kontrolünün zayıflaması planın gerçekleştirilmesini kolaylaştıran çok büyük bir etkendir. Aynı şekilde, o zamanki Sovyetler Birliği devletinden sağlanan kredi ve teknik imkanları da göz ardı etmemek gerekir.
Bir yandan ağır sanayi tesisleri kurulurken, diğer yandan doğrudan tüketime yünelik ürünler üretecek fabrikalar kuruldu. Limanlar yapıldı, demiryolları döşendi. 1924-1950 yılları arasında, Zonguldak ve çevresi tam bir ağır sanayi bölgesi haline geldi. 1930’dan itibaren, İzmit’te, Bursa’da, Nazilli’de, Malatya’da, Kayseri’de Ankara’da, İstanbul’da, Eskişehir’de ülke ihtiyacına yönelik üretim yapan fabrikalar, kimya tesisleri, demiryolları, barajlar, silolar, elektrik santralleri büyük bir hızla kurulup işletilmeye başlandı.
Ne mutlu biz Filyoslulara ki, o muhteşem dönemin en büyük paylarından birini alan bir beldede yaşadık. Hiçbir şeyin olmadığı bir devirde her şeyi olan bir azınlıktık. Çetin Altan’ın hayal bile edemediği yıllarda biz tenis, golf oynardık.
Talih bize en büyük şansı altın tepside sunmuştu.
Kim aldı onu elimizden, kim?
KİM?



Load disqus comments

0 yorum